top of page

BİZE SEVGİDEN SORACAKLAR

Mesut DOĞAN

 

Gündelik hayatımızda hemen her gün hepimiz çeşitli sevgilere muhatap oluruz ve çeşitli sevgilerle kendimizi ifade etme ihtiyacı duyarız. Bazen tatlı bir söz, bazen bir tavır, bazen de küçük bir iyilik, sevginin en güzel ifadesidir. Bütün bunlar çok da düşünmeden istemsiz bir şekilde yaptığımız eylemlerdir. Hayatımız boyunca sorularla muhatap oluruz ama hangi sorudan başlamamız konusunda emin olamayız. Bize sevgiden soracaklar. Hangi sorudan başlayacağımızın ne önemi var. Yine de sormadan geçmeyelim, doğru sorudan başlamanın kıymetini bilelim. Neden ve niçin severiz? Bir insana, bir varlığı, bir nesneye neden ve niçin gereğinden fazla ya da gereğinden az sevgiler yükleriz? Sevdiklerimizden incindiğimizde neden daha çok üzülürüz? Düşmanım olsa bana bunu yapmaz, deriz. Sevildiğimizi hissettiğimiz anlarda neden mutlu oluruz?

İnsanoğlu, anne karnından itibaren sevgi, şefkat ve merhamet ortamıyla karşılanır ve dünyaya teşrif etmek onu bir hayli üzse de anne kucağında ve anne sütünde gördüğü sevgiyle kendisine bir sığınak bulur. Bu sığınak onun için en güvenli limandır. Beslenme ihtiyacı en güzel şekilde karşılanmaktadır, sevilip öpülüp koklanıp sarılmaktadır. Dünyaya gözlerini açtığı anda ilk olarak gördüğü yüzün tebessümü, sevinci, neşesi onu bir hayli memnun ve mutlu eder; annesinin jest ve mimiklerine, şeker portakalı sesine aynı şekilde karşılık verir. Bazen uzaktan, bazen yakından kendisini seven bir başka yüz de vardır. Her ne kadar, onu her zaman göremese de bu çehre de fena bir model değilmiş, diye düşünür. Annesini bir melek olarak gören bebek, babasını da bir muhafız olarak tanımış olur ve bu iki güvenli limana, bebek diliyle agu mugu, mama baba…sözleriyle ilk tepkilerini verir. İçine doğmuş olduğu dünyaya kendisiyle birlikte yepyeni bir canlılık, yepyeni bir enerji gelmiştir.  Sonra başka yüzler görür etrafında, başka sesler duyar, başka çehreler de kendisini sevmektedir.

Günler geçtikçe pek çok farklı nesneyle ve pek çok farklı sesle, pek çok farklı tatla ve pek çok farklı kokuyla tanışmaya başlar, bebek. Algıları giderek açılır ve gördüğü, duyduğu, dokunduğu, kokladığı, tattığı her şey, onda yeni bir sevgi levhası oluşturur. Tanımıştır ve tanışmıştır; kendisine çok iyi gelen şeyleri de canını fazlasıyla yakan şeyleri de… Canı yandığı anda koparır yaygarayı, başlar avazı çıktığı kadar ağlamaya, ta ki annesinin kollarının arasına sığınana kadar. Babası da fena değildir hani -yüzünü her ne kadar ekşitse de- yeri geldiğinde altını temizler, mamasını verir, dizlerinin üzerinde sallayıp pışpışlar ve uyutur. Ama annenin yeri bambaşkadır. Anne candır, anne evrendir, anne her şeydir, hepsi ve daha fazlasıdır. Anne, sevginin kaynağı ve şefkatin pınarıdır. Anne, yurttur, yabana düşüldüğünde dönülecek tek adrestir. Bu adresin başka sakinleri de bulunmaktadır: babanın gölgesi, kardeşlerin yardımlaşması, akrabaların varlığı…sükuneti mesken yapar, meskeni aile yapar.

Sevgimiz kadar varız

İnsanın yeryüzü macerası sevgiyle başlar, sevgiyle sürer ve sevgiyle nihayet bulur. Doğduğumuz anda yanımızda olan sevginin hayatımız boyunca yanımızda olmasını isteriz; doğduğumuz anda yanımızda olmayan sevginin de hayatımız boyunca yokluğunu ve çekeriz. Biz farkında olmadan bütün değerlerimiz sevgi temeli üzerine inşa edilir. Sevgimiz kadar bir yerimiz vardır yaşamda. Sevgisizliğimiz kadar karanlığımız… Karanlığı düşmemek için sevginin olumsuz yönlerinde hep kaçarız: kin, nefret, öfke, kıskançlık, haset…Ne üzücüdür ki egosuna yenik düşenler, sevginin karanlık tarafına geçiverirler bir çırpıda. Tahterevalli gibi gelgitleri olan insanlar ise kalplerinin sesini dinleyip ayın aydınlık yüzünden aydınlık yüzüne, sevgi tarafına geçmeyi tercih ederler. Ayın her iki yüzü de insanoğluna her daim açıktır. Bunu anlamak için Mars’a gitmeye gerek yoktur. Ayın aydınlık yüzünde, sevgi tarafında olmayı daha çok tercih edenler, Mars’a gitmeden de hakiki mutluluğa erişebilirler. Yeter ki pişmanlıkları, vazgeçişleri, yakarışları, geri dönüşleri samimi olsun.  

Sorumluluk çağına gelen insanın toplumla bile isteye imzaladığı kontrat, zaman zaman zoruna gider, kuralların ağırlığından, seçeneklerin azlığından, rahat davranamamanın peşin kabulünden hoşnut olmaz. Bu hoşnutsuzluğunu ani tepkilerle belli eder. Sevmek eyleminde tereddüde düşen genç, bazı insanların kendisini hiç sevmediğini düşünür, bazılarının da kendinden nefret ettiğini varsayar, içini bir kurt kemirir durur. Neyi seveceği, neyi sevmeyeceği konusunda o kadar emin değildir. Korku ve endişelerin kendisini ittiğini, arzu ve isteklerin de kendisini çektiğini fark eder. Fakat arzu ve isteklerin, kendisini her zaman mutlu ve memnun etmediğini, bazen de yeni korkulara yol açtığını, çok geçmeden anlar. Artık çok zorlu, çok çetin ve çok sapa bir yol, onu beklemektedir. Korku ve endişelerden emin olmak için bir aşkın değere sevgi yüklemesi gerekmektedir. Arzu ve isteklerin yakıcılığından uzak durmak için de aşkın değerin yüceliğine sığınmak durumundadır. Sevgisini yüklediği şeylerden zarar görmek, cam kırıklarına; sevgisinden sakındığı şeylerden zarar görmek de can sıkıntılarına sebep olur. Yukarı tükürsem bıyık, aşağı tükürsem sakal dediği bir anda, imdadına yetişecek olan şey nedir? Sevgide yeni anlam arayışlarının eşiğinde gözlerinin önüne serilmiş dünyaya buruk bir tebessümle bakar. Orada bir yerlerde – ne yerde ne gökte- sevginin bronz hali durmaktadır ve içinden bir ses “Onu bul, onu mutlaka bul.” demektedir.

Bu sesle uyandığı bir sabah, hafızasının dipdiri ve capcanlı olduğunu, hayatındaki güzel anları çarçabuk hatırladığını ve hissettiğin keşfedecektir. Kötü anları ve kötü duyguları da geri çağırmak istemediğini… İnsan, unutmak ile mükelleftir. Sevginin bir ölçüsünün, tartısının olduğunu; yakın ve uzak durulacak sevgiler olduğunu; kalbi vermek kadar kalbe almanın da mesuliyeti olduğunu anlayacaktır. Ne kadar erken anlarsa o kadar kardır.

Biz bu yaşamda sevgimizden sorumluyuz ve sevdiğimiz kadar varız ki bu bizim kişiliğimizdir; kişiliğimizi ancak bizi gerçekten seven ve bizim gerçekten sevdiklerimiz bilebilir. Biz bu hayatta sevildiğimiz kadar anlamlıyız, bu bizim karakterimizdir. Göründüğümüz gibi olduğumuz bir karaktere sahipsek yaptığımız her işte, her eylemde çevremizdeki insanların bize olan sevgisi -kendilerine olan saygıları- kat be kat artacaktır. Bizi oldurana da ondurana da şükürler olsun.

İnsanın yeryüzü macerası, yaratılış programında kendisine yüklenen sevgiyle daimdir. Sevgi olmadan bir adım dahi atamaz insan.  Sevgimiz, mesuliyetimizdir; bize sevgimizden soracakları gün, O’nun rahmetiyle karşılanmaktır ümidimiz.

bottom of page