AĞLA GİTAR ÇAL GİTAR
Yusuf Alper BALCI
İstanbul’da Beyoğlu’nun dar sokaklarından birinde, bir otelin lobisinden akşamüzeri bir şarkı; neon ışıklarla aydınlanmış meyhane girişlerini, yokuş aşağı inerek; yukarıya doğru sırtında gitarıyla çıkan Murat’ın kulağına kadar geliyordu. Duyduğu şarkı Murat’ın çocukluğundan beri dinlemeyi çok sevdiği, güftesi Ümit Yaşar Oğuzcan’a, bestesi de Avni Anıl’a ait güzel bir eserdi. Otelin lobisine geldiğinde Zeki Müren yorumu henüz bitmemişti. Hafif bir tebessümle lobideki masalardan birine ağır ağır kendini ve gitarını bıraktı.
Şarkı bittiğinde Murat, cebinden çıkardığı çakmağı sağ elinin yüzük parmağı ve baş parmağı arasında, sol elinin işaret parmağı ile çevirirken; kaldığı eski otelin merdivenlerinden terasa doğru çıkıyor; kaderinde bir dönüm noktası yaşayacağı Konya’ya, ertesi gün gitmenin heyecanını şimdiden yaşıyor gibiydi. Murat terasa çıktığında şehirde akşam oluyordu. Işıklarını yakmış pencereleri seçmeye çalışıyordu alacakaranlığında akşamın. Beyoğlu’nun mütena bir sokağındaki bu üçüncü sınıf otelin terasında Murat’ın bakışları, perdesi hafifçe aralanmış bir pencereden sarışın ve güzel bir kızı, kırmızı rujlu dudakları arasına aldığı sigarasını yakmak üzereyken gördü. Perdesi akşamın rüzgârı ile sallanarak bir içeriye bir dışarıya salınan bu pencerede gördüğü bir hayal miydi yoksa. Uzun ve örgülü saçları Yuliya Timoşenko’nun saçlarına ne kadar da benziyor dedi kendi kendine. Pencerede gördüğü kızla aynı anda yakmıştı sigarasını Murat. Sigarasından birkaç nefes çekerek terasın köşesine doğru yürüdü. Otelin terası ile kızın olduğu pencere arasında mesafe yoktu. Murat salınan perdeden hayal meyal görebildiği bu sarışın, genç ve güzel kızı terasın köşesinde, onun sesini dahi net bir şekilde duyabileceği bir uzaklıktan yani, şimdi daha yakından izliyordu. Kızın saçları Murat’ı gerçekten çok etkilemişti. Zarif beyaz parmakları arasında tuttuğu sigarasından çektiği nefesleri, başını çok kırılgan ve nazikçe açık penceresine çevirerek ince kırmızı rujlu dudaklarını sokağın boşluğuna doğru küçük öpücükler gönderir gibi üfleyişiyle Murat’ta oluşturduğu ilk intiba, yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde, ikinci dünya savaşının bittiği yıllarda ya Paris’te, Berlin ya da Moskova’da veya İngiltere’de ‘kadın’ neyse işte o budur, kadın böyle asil ve bir bu kadar güzel bir şey olmalıdır mantığının hayalindeki ‘kraliçe’, ‘anne’ imajıyla birleştiren: işte bu kız. Kız yanı başından bir şey alır gibi sağ omzuyla hafif eğildi. Bir şey aldı yerden. Bu bir kemandı. Murat’ın ilgi dolu bakışları, müziğe olan alâkasından rikkatini bir kat daha artırmış, kalbinde belki kendine göre sebepsiz bir heyecan ile iyice dikkat kesilmişti. Kız sigarasının bitimine yakın dudaklarının köşesine iliştirdiği izmariti çenesinin altına aldığı açık kahverengi kemanı, üzerindeki beyaz gömleğiyle Murat’ın gözünde abideleşmeye başlamıştı. Mozart’ın 23 numaralı konçertosunun (A Major K488 II.Adagio) Andante kısmını çalmaya başladı. Murat bu eseri daha önce György Pauk’tan dinlemişti. Uzun uzun dinledi kızı da. Pauk kadar güzel çalıyor dedi Murat. Kız yaklaşık altı dakika sonra eseri bitirdiğinde, arkadaşının kendisini içerden çağırmasıyla kızın ismini de öğrenmiş oldu Murat. ‘Ayla’ idi ismi. “–Aylaaaa! Hadi gel tatlım, yemek yiycez.” diye seslenmişti arkadaşı ona. Yağmur yağmaya başlamıştı hafiften. Islanıyordu Murat, terastan oteldeki odasına indi. Bu akşam otelin terasından tesadüfen gördüğü Ayla ile; Murat’ın kaderini derinden etkileyecek turneye sadece bir ‘gece’ kalmıştı. Murat, Konya’ya turneye, Ayla da konsere gidecekti. Murat uyudu, uyudu… Ayla da.
Murat her sabah uyandığı gibi uyandı. Her sabah yaptığı gibi bir sigara yaktı. Eşine çok ender rastlanan bu köhne üçüncü sınıf otelin ikinci katında uyanmakla uyumak arasında içtiği sigaradan pek bir şey anlayamadı. Gözünün biri hâlâ kapalıydı. Telefonun saatine baktı. Kalkmayı umduğu saatten epeyce bir geç olmuştu. Üstelik menajeri de üst üste aramış, lakin; o duymamıştı. Kaldı ki; kulağının dibinde top patlasa duyacak hali de yoktu Akşamla gece arasında terasta geçirdiği vaktin yorgunluğu üzerindeydi. Gün boyunca da provalardaydı. Valizlerini bile hazırlamıştı. Turnede giyeceği kostümleri seçmişti. On beş ilde konser verecekti Murat. Tanınan bir müzisyen olmasına rağmen mütevazi bir yaşamı sevdiğinden üçüncü-beşinci sınıf otellerde yatıp kalkmayı severdi. Biraz zor gelse de yatağından kalktı, otelden ayrılmak istemiyordu. Bütün sıkıntılarını unuttuğu, kendisi ile baş başa kalabildiği mabedi gibiydi oteller onun için. Kalktı, havlusunu omzuna attı, elini yüzünü yıkadı. Hazırlandı. Otelciye odasının anahtarını teslim edip gitarıyla lobiden dışarıya çıktı. Menajerinin gelmesini bekliyordu şimdi Murat. Hayatta tutunmasını sağlayan tek şey müzikti, yaşamasının gayesiydi, en yakın dostuydu hatta belki ailesi. En mutlu ya da hüzünlü zamanlarında sığındığı biricik liman, onu sorgulamadan kollarını açan, hiç bırakmayan yâri gitarıydı. Lobinin dışındaki masaların birinde sigara içerken yardımcısının sesini duydu: ‘-Murat Bey!, Faruk Beyler geldi, sizi otelin bahçesinde bekliyorlar. Gitarını da alıp bahçeye geldi. Yine ilk turneye çıktığındaki gibi heyecanlıydı. Yirmi senelik müzik kariyerinde o kadar çok turneye çıkmış; hepsinde de ayrı bir heyecan yaşamıştı. Lakin bu kez tuhaf bir şeyler vardı; dün akşam sigarasını yakıp terasta ışıklarını yakmış pencerelere bakarken otelin karşısındaki apartmanda gördüğü o keman çalan kızı yani Ayla’yı düşünüyordu hâlâ. Menajerinden kendisini tren garına bırakma ricasında bulundu. Nasıl bir tesadüftür ki ya da tevafuk; Murat’ın Ayla’sı da aynı gün Konya’ya keman resitali vermek için ondan önce apartmandan çıkıp tren garına gitmiş, onun bineceği trendeki kompartımanın bir yanındaki kompartımandan yerini ayırtmıştı. Şimdi Murat da menajeri ile aynı trene doğru harekete geçmişlerdi bile. Otomobilin radyosunda bir gün önce otelin lobisinde çalan o çok sevdiği eser çalıyordu: /İçimde nice uzun yılların özlemi var/Bu gece efkârlıyım/ Ağla gitar, çal gitar/Bitmesin bu sarhoşluk, sürsün sabaha kadar/Bu gece efkârlıyım/Ağla gitar, çal gitar./Bu belki de Murat için tesadüfün ilklerinden biriydi.
Menajeri Murat’ı tren garına bıraktığında Ayla çoktan kompartımandaki yerini almıştı bile. Murat da yan tarafta ondan habersiz gitarıyla uzun bir yolculuğa başlamışlardı. Kaderin cilvesindendir ki; tren her istasyonda durduğunda, Ayla Murat’tan önce trenden iniyor; sigarasını içtikten sonra yine yerine geçiyor. Belli bir vakit sonra da Murat holde dolaşmaya çıkıyor fakat birbirlerini göremiyorlardı. Bir ara Murat gitarını kutusundan çıkarıp, çocukluğundan beri dinlemeyi sevdiği o eseri, ‘Ağla Gitar Çal Gitar’ı’ lobiden ve otomobilden sonra üçüncü kez bu sefer Konya’ya tren yolculuğunda tekrar çalmaya başladı. Eserin melodileri yan tarafta oturan Ayla’nın kulağına gitmiş ve notalarından bu parçanın bir Avni Anıl bestesi olduğunu kestirebilmişti. Bu onun da sevdiği bir eserdi. Bir ara gelen bu gitar sesine kemanıyla eşlik etmek istese de; insiyakî bir hareketle kemana uzanan elini geri çekti ve vazgeçti. Uzunca bir tren yolculuğundan sonra Konya’ya gelmişler, bu sefer ikisi de aynı anda trenden inmek için hareket etmişlerdi. Murat gitarıyla kompartımanın kapısından çıkarken, onu görünce birden bire şaşırdı. Dün terasta saatlerce izlediği bu esrarengiz kızla aynı trende bulunmaları ve aynı yere gitmeleri onu gerçekten şaşırtmıştı. Trenden indiler. Şimdi gözlerini kırpmaksızın onu takip ediyordu. İşte buradaydı. Hemen önünde yürüyordu. İstasyon caddesinden aşağıya doğru elinde kemanıyla aynı toplanmış saçları ve beyaz elbisesiyle adeta bir melek gibiydi. Zafer durağından tramvaya bindi Ayla. Murat da elinde gitarıyla hızla koşarak aynı tramvaya atladı. Onun oturduğu koltuğun hemen yanına oturdu. Ayla kampüste, konservatuardaki bir arkadaşının yanına gidiyordu. Şaşılacak şekilde Murat da aynı yere gidiyor fakat ikisi de bunu bilmiyorlardı. Uzun tren yolculuğunda birbirinden habersiz yolculuk yapan Ayla ve Murat şimdi yine aynı yerde inmek üzere aynı tramvay koltuğunda aynı yere gidiyorlardı. Hâlbuki bilmiyorlardı ki; Murat’ın turneye çıktığı aynı saatte o sahneden hemen indikten sonra Ayla da keman resitali verecekti
Konser günü gelmişti. Murat siyah takım elbisesini giymiş, sahneye çıkmıştı. Gitarıyla altı – yedi şarkı söylemiş; seyircilerin yoğun isteği üzerine, son olarak; çok sevdiği o son Avni Anıl bestesini söylemişti. Fakat çok sevdiği o şarkı, o konser günü gerçek mahiyeti ile manasını bulacaktı. O gün Murat’ın siyah takım elbise giymesi, en sonda ‘Ağla Gitar Çal Gitar’ı’ çalması, beklenilen hazin bir sonun ilk ve son habercisiydi sanki. Konser bittikten sonra Ayla’nın sırası gelmişti. Yine üzerinde o beyaz elbiseleriyle bir meleği andıran Ayla ile Murat merdivenlerde tanışmışlar idi ilk defa. Lakin bilmiyorlardı ki; bu karşılaşma son karşılaşmaları olacaktı. Ayla biraz bitkin ve halsizdi. Kırmızı ruju ve küçük burnunun üzerinde Murat’a bakan içine doğru çökük gözleri, gülümsedi. Biraz acı bir gülümsemeydi. –Sizle dedi: daha önce tramvayda karşılaşmıştık sanırım. –Evet; dedi, Murat, karşılaşmıştık. Aslında bu karşılaşmanın öncesi de var. Ben sizinle İstanbul’da karşılaşmıştım ve Konya treninden inerken. Ayla öksürdü. Kemanı tutan eli titriyordu. Pardon, dedi Ayla, öyle mi? Ne tesadüf. Hasta mısınız, diye sordu Murat. Ayla’nın gözlerindeki acı gülümseme iyice derinleşti, evet, dedi.
Hastaydı Ayla. Bundan yaklaşık on bir ay önce; kronik öksürük, nefes almada zorlanma, göğüs ağrısı, ses kısıklığı, kol ve omuz ağrısı, yutma güçlüğü, çarpıntı ve bayılma gibi semptomatik belirtilerle doktora başvurmuştu. Hastayım dedi Ayla Murat’a. Akciğer kanseriyim. Murat’ın son söylediği şarkı birdenbire boğazında düğümlendi. Şarkını sözleri beyninde sanki son yankısını buluyor gibi oldu. Sesi titreyerek geçmiş olsun Ayla Hanım diyebildi. Konuşmaya mecali yoktu. Buyrun sahne sizindir. Teşekkürler dedi Ayla. Biraz halsiz, merdivenlerden çıktı. Resital vereceği bölüme geldi. Gözleri uzaklara doğru dalarak, Mozart’ın; Murat’ın terasta dinlediği aynı konçertosunu çalmaya başladı. Eserin büyük bir bölümünü bitirmişti ki; kemanıyla beraber yere düştü. İlk çıktığındaki sahne alkışlarının yerini şimdi büyük bir şaşkınlık ve korku almıştı. Ayla öldü.
Murat şimdi o çok sevdiği Avni Anıl bestesini, İstanbul’da kaldığı otelin yanındaki neon ışıklı meyhanelerin birinde gözyaşları içinde dinliyordu: /İçimde nice uzun yılların özlemi var/Bu gece efkârlıyım/ Ağla gitar, çal gitar/Bitmesin bu sarhoşluk, sürsün sabaha kadar/Bu gece efkârlıyım/Ağla gitar, çal gitar./